Yukarı Çık

Seyir Notları

Tzigane Kızla Zor Anlar

Öncelikle ilham aldığım sevgili Turgay Noyan büyüğümüzün "Zor Anlar" kitabından biraz bahsedeyim. Sadece bu kitabı değil "Denizden Gelen Kadın", "Denizden Gelen Adam" ve yazmış olduğu hemen her kitabı bizim için bir öğreti niteliğinde başucumuzda durur. Sürekli açıp tekrar tekrar okur, feyz alırız. Minnettarlığımız burada kelimelere sığmaz!

Gelelim Tzigane kızın bize yaşattığı zorlu anlara :))

El değiştirmiş olmanın yaşattığı hüznün yanına, bir de Marmaris'ten İstanbul'a götürüleceğini anlayan Çingene Kız yolda ayak direyerek, Poseidon’u da arkasına alarak 50 knotları bulan Babakale açıklarında yol arkadaşlarının ve Okan kaptanın ilk uzun seferini burnundan getirir. Üzerlerinde kırılan dalganın kuvveti ile sprayhood parçalanır, chartplotter yanar. Islak ve perişan halde Küçükkuyu barınağına balıkçılar kahvehanesine sığınırlar. Ancak Çingene Kız ne kadar istemese de beş günlük yolculuk İstanbul'da, Güzelce Marina'da bağlanması ile son bulur.

Tam bize de buralara da alıştı kız diye düşünürken “Karaman’ın Koyunu...” misali oyunu açığa çıkar


Uçmakdere...

İlk yılın sonunda Çingene Kızımızla ailecek güle oynaya çıktığımız ve çok da keyif aldığımız 10 günlük Bozcaada-İstanbul tatil dönüşünde Şarköy'e bağlanmıştık. Niyetimiz giderken 20 saatte gittiğimiz yolu dönüşte ikiye bölerek çocukları da kendimizi de dinlendirmekti. Sabah 7.00 gibi avara olduk. Çocuklar kamaralarında uyurken biz de yolun büyük kısmını atlatırız şeklinde yapmıştık planımızı. 4-5 knot esen rüzgara rağmen ana yelkenimizi ve cenovamızı açmış, yunusların eşlik etmesi ile iyice keyiflenmiştik kii!.. Çingene kız bize Uçmakdere ve civarna konulu bir dersi layık gördü. Tepeden aşağı sörf yapan rüzgâr, halı gibi dürülerek birkaç dakika içinde biz henüz yelkenleri kapatamadan üzerimize geldi. Birden 35 knotlara vuran rüzgârda ilk anda dümene söz dinletememiş teknenin aniden 20 derece kadar bayılmasına sebep olmuştuk. Neyse ki Okan Kaptan çılgın Çingene Kızının bu hallerine aşina olmaya başlamış, beni rüzgâr üstünde dümen tutmaya bırakıp, kendini bağlayarak ana yelkeni indirmeyi başarabilmişti. Çocuklar tabii ki aniden bayılan tekne içinde kamarada savrulmuş, ürkmüş ve içleri bulanmış bir halde ne yapmaları gerektiğini soruyorlardı. "Can yeleklerinizi giyin hemeen!" diye bağırmam sonucu yavrucaklar iyice korktu!:) Yelkenler de inince tekne iyiden iyiye dövünmeye başladı. En iyisinin yakındaki Mürefte barınağına geri dönmek olduğuna karar verdik. Hızlıca rotamızı çevirdik ve bir kez daha Sadun Boro büyüğümüzün irtibat telefonlarına da yer verdiği “Vira Demir” kitabına minnettar olduk.


Geri Geri Giden Tzigane:)

Bir kehaneti yerine getirerek kendini de bizi de Marmara'dan Ege'ye geri döndüren Çingene Kızın zorlu öğretileri bu kadarla kalmayacaktı tabii ki!:)

2013 yılının haziran ayında bağlı olduğumuz Karacasöğüt Muhtarlık İskelesindeki yerimizden avara olmuş, cennet Gökova’nın çok methini okuduğumuz Değirmenbükü’nün bağrında usul usul keşfe çıkmıştık. Demirimizi İngiliz Limanı’nda funda ederek eşsiz doğaya ve yüzmeye doyamadığımız saatler geçirdik. Ne var ki dönüş saatine kendisi karar vermek isteyen Tzigane kız, demiri de vira etmiş olmamıza rağmen bir türlü ileri vitese geçmiyordu:(

Çocuklar ve bendenizin gözü tabii ki her soruna çözüm üreten kaptanın üzerindeydi. Kendisi aşağıda şanzıman üzerinde uğraşırken, ben de hem dümeni hem de dişlerimi sıkmış vaziyette çapariz vermemek için uğraşıyordum. Bük içerisinde daha geniş alana çıkınca, biraz daha rahatladım. En kötü ihtimalle motoru kapatıp yelkenle yol alırız diye düşünürken sanki sinsi bir gülüş duydum, ya da bana öyle geldi... Ancak rüzgâr kuvveti 2 knot gösteriyordu. Bir hışımla dışarı gelen Okan Kaptan vitesi geri takarak hızla geri geri Değirmenbükü’nün çıkışına doğru yol almaya başladı. Yanımızdan geçen teknelerdeki insanların gülsün mü yardım mı teklif etsin anlamaz haldeki yüzlerini görebiliyordum. Bu deli kızın bize ettiği oyunlarsa meğer henüz bitmemiş. Karacasöğüt'te zaten üflesen yıkılacak durumdaki iskeleye geri geri gelirken vitesi boşa aldık. Kendi hızımızla motoru kapatır, sakince yanaşırız diye planımızı yaparken... O da ne! Motor susmuyooor, tekne durmuyordu!!! Son birkaç metre kala teknede kaptan "Kapaaaat!" diye bana bağırıyor! Ben elimde motorun anahtarı "Durmuyoooor!" diyerek nasıl attım kendimi yukarı bilmiyorum. Çocuklar şaşkın; ellerinde kakıç, çarpmak üzere olduğumuz iskeleye bakıyorlardı ki Okan yandaki teknenin vardavela tellerine yapıştı tekneyi durdurmak için. Yanaşmak üzere olduğumuz iskeledeki komşu teknenin kaptanı bir terslik olduğunu anlamış, yerinden fırlamıştı. O da bizi biraz itmeye çalıştı. Ancak bizim güneş panellerimiz onun roll barına takıldı. Tüm bunların etkisiyle biz bir şekilde iskeleye çarpmadan durduk. Okan tellerdeki sürtünmenin etkisiyle yanan elleri ile aşağıya koşup üzerindeki emergency stop düğmesinden motoru kapattı. Dizlerim titreyerek yan komşumuzla da nahoş bir biçimde böylece tanışmış olduk. Neyse ki beyefendi kişiliği ve anlayışı sayesinde bugün halen dostluğumuz sürmekte:)


Batan Halatla Yüzme Dersi

Bu olayda vallahi bizim Çingene Kızın suçu yok!:)

Çok açık yüreklilikle, ibret olması için başımızdan geçen bu ve benzeri hadiselere de yer vermek istedim. Şimdi efenim İstanbul'da seyir yaparken hafta sonları adalara gider, demirimizi uygun derinlikte suya funda eder, zincirimizi döşerdik. "Koltuk almak" olarak tabir edilen kıyıya halatla bağlanmak şeklindeki usulden bihaberdik. Çingene kız sevdiği bildiği sularda salınadursun, bendeniz de kaptanın direktifiyle demir atıp, koşup kıçtan suya atlamak suretiyle vermiş olduğu halatı kıyıda uygun bir kayaya bağlamakla görevliydim. Lakin günün birinde Panama Kanalı’nı geçerken lazım olur diyerek almış olduğu batan halatla yüzmem konusunda ısrarcı olmasaydı iyiydi:)) Kıyıya yüzmek ne mümkün... Halat bildiğin beni dibe çekiyor! O kadar ikna olmuşum ki sorun bende sanıyorum, usulde hata olamaz(!)

İnanır mısınız gerçekten yüzdüm kıyıya!.. Ancak elim ayağım tutmuyor, takatim sıfır. Halata bırak izbarço atmayı, kayanın etrafından bile dolandıramıyorum. Bir bot sesi duydum ardımda, baktım yan teknelerden bir kaptan dayanamamış gelmiş. "Hanımefendi durun yardım edeyim" dedi, geldi bağladı sağ olsun. Peşinden de ekledi: "Bu iş için yüzen halatla bağlanacaksınız, ya da batan halatı botla taşıyacaksınız, boğulursunuz vallahi!"

Tabii gel de bunu Okan kaptana anlat bakalım, "Oraya kadar yüzdün, bir izbarçoyu atamadın mı, yardımsız!" diye fırçalanan ben oldum iyi mi! :)))


Kayıp Misafir

Tahmin ettiğiniz üzere bizim Çingene Kız bu olayda yine suçsuz. Ucuz atlatılmış bir ders niteliğinde anıdır benim için. Kendimi halen sorumlu hissederim. 2015 Ramazan Bayramı tatilinde iki kardeş tekne Tzigane ve Aretias olarak Gökova Körfezi’nde rota planımızı yapmış İstanbul'dan beklediğimiz misafirlerimizle Karacasöğüt'te buluşmuştuk. Hepimizi çocuksu bir neşe sarmıştı, bugünlerle kıyaslayınca ne kadar şanslıymışız diye düşünüyorum. Yedi Adalar, Uzun Liman derken sıra Büyükçatı'ya geldi.

Arkadaşımız Iraz çok iyi bir yüzücü. Yarışlarda dereceleri olan, sosyal sorumluluk projelerinde görev alan çok sevdiğimiz bir insan. Herkes sıcak havanın etkisiyle rehavetin dibine vurmuş durumda. Koyun içine azmak suyu karıştığından su biraz bulanık, hemen dışarıda turkuaz rengi çok güzel bir çakıl kumsal vardır. “Haydi botla gezdireyim sizi.” dedim. Ben, Iraz, Berrin ve oğlum Emir atladık bota; çıktık koyun dışına.

Yüzdük, eğlendik derken dipte terk edilmiş kırık dökük bir balık sepeti bulduk ve yüzeye çıkartma peşine düştük. Iraz da "Ben bu mesafeyi yüzerek dönerim." deyince hayatımın en zorlu deneyimlerinden birini yaşayacağımı bilmiyordum. Geldiğimiz yön belli, o da aynı yönü işaret ediyor dönmek için. Tekne koyun içlerinde, görünmüyor. Hiç aklım almıyor; arkasından ben baktım, hepimiz baktık!.. Yüzerken ne ara yön değiştirip açığa yüzdü?! Sanırım 7-8 dakika daha oyalandık, içim bir huzursuzlandı. Tekneye döndük, eşini botta göremeyen Bora şakayla sordu: “Ne o bottan attınız mı bizimkini?” diye! Onlar bizi şaka yapıyor sanıyor, biz onları!:(( Çocukların endişeli ve ağlamaklı bakışları... Birkaç saniye sürmedi başımdan aşağıya kaynar sular dökülmeye başladı! Okan bir botta, Engin arkadaşımız diğer botta hep beraber doluştuk; feryat figan bağırıyoruz dağa taşa her yana! "Iraaaaz! Iraaazz!" Yan koylara girip çıkıyoruz, tekneye dönmüştür diye tekrar koya bakıyoruz, delirmemek işten değil. Dakikalar bana sanki saatler geçmiş gibi geliyor! "Sahil güvenliğe anons edelim." diyor eşi. Çatı'daki balıkçılar geliyor aklıma, zaman çok önemli biliyorum çünkü. Sağ olsun birkaç tanesi hemen çıkıyor bizimle aramaya. Tam o sırada diğer botta Okan Kaptan ıslık kıyamet geliyor gittiği 4-5 koy öteden "Bulduk, bulduuk!" diyerek çok şükür! Bayram dediğin işte o andır benim için, aksini düşünmek bile istemediğim...


Eve Dönüş...

İstanbul ~ Karacasöğüt Seyri

11 Mayıs 2013 ~

Wim~ Bozcaada

Karada 15 gün boyunca devam eden Tzigane kızın zehirli boya ve bakım işlerinin ardından, nihayet saat 19:30 itibariyle kaptanımız Okan, bendeniz serdümeni bazen de şamaroğlanı :) eşi Özlem ve izinlerini bu maceralı yolculukta uzun seyir yelken deneyimi ve gezisi olarak geçirmeyi tercih eden tayfalarımız Uykucu ve Bilgin arkadaşlarımız ile West İstanbul Marina’dan avara olarak yola koyuluyoruz. Hesapta planımız bu sabah yola çıkmaktı, ancak Erol babamızın hastaneden geç taburcu olması, yola bugün mü yarın mı çıksak kararsızlığı bizi Marmara’dan gece seyri ile geçişe maruz bıraktı. İlk rotamız 145 NM ile Bozcaada’ya kadar inmek. Rüzgar keşişlemeden 7 ila 10 knot arası, motor & yelken seyri ile sakince yol alarak tahminen 20 saatte varmayı hedefliyoruz.


12 Mayıs ~

Çocuklarımdan ayrı geçirdiğim ilk anneler günüm! Biraz buruk olmakla birlikte bu yolun heyecanı beni oyalamış durumda. Güneşli güzel bir havada Çanakkale Boğazı’ndayız, tabii ki “Geçilmez” olduğunu bildiğimizden seyir defterimize “Çanakkale çıkıldı” notumuzu düşüyoruz! Şu görüntülü konuşmayı bulandan Allah razı olsun diyorum. Bizim evdeki miçolar Tzigane’da tam karşımda. Saat 16:00 itibariyle Bozcaada rıhtımına bağlanıyoruz. Tekne mürettebatı olarak 20,5 saatin sonunda karaya ayak basmanın sarhoşluğuyla ne yana gideceğimizi şaşırıyoruz. Balık Hali’nden gözümüz doyamayarak aldığımız 1kg kalamar, 6 adet kupes ile kendimize teknede haklı bir ziyafet çekiyoruz. Bir “büyüğümüze” danışaraktan tabiisi! :)


13 Mayıs ~

Rotamız: Bozcaada ~ Bademli (Kalem Adası)

Sabah 05:30 itibariyle avara oluyoruz. Tayfanın malum ikilisi uyur uyanık geçen geceli gündüzlü seyrin yorgunluğuyla halen uykuda. Babakale’ye doğru ağırdan yol alıyoruz, zira rüzgar keşişlemeden kafaya denk düşerek esiyor. Orsalamak için rotayı biraz kırıyoruz. Rüzgarın sertlemeye başlamasıyla tayfa uyanmış ayakta. Uykucu’nun da yardımıyla anayelkeni basıyoruz. Aynı anda kararsız bir yağmur serpintisi bizi giyinmeye zorluyor, sanırsın Kasım ayındayız! Pruvada Midilli iyice belirginleşiyor. Planımız Kalem Adası önünde demirlemek. Adaya yaklaşmakla beraber Yunan bayrağını usül gereği sancak göndere çekiyoruz. Güneş puslu yüzünü gösterirken karanın da etkisine girerek hızımız 2-3 knotlara kadar düşüyor, yelkenleri toplayıp motora 2400 devir yol vererek Saat 18:00 ‘de metruk otelin önünde demirimizi funda ediyoruz. Otelin önündeki harap beton iskelenin babalarına kıyıdaki balıkçının yardımı ile bağlanıyoruz. Yolculuk sırasında Sadun Boro abimizin “Vira Demir”ini hatim ettiğimden bahsi geçen bir kaplıcayı arıyor gözlerim. Hiç tahmin etmediğim bir taş yığınını işaret ediyor, ağını tamir etmekte olan balıkçı ”Sıcağından ve kokusundan giriverebilirsen tabii!” diye de ekliyor, bıyık altı gülüşüyle kafasını kaldırmadan! Yıkanmaya hasret tüm mürettebat Galatasaray Hamamı’na gider gibi havlular şampuanlar elimizde, suya indirdiğimiz bota atlıyoruz sabırsızlıkla.Taş yığınına yaklaştıkça aldığımız sidik kokusuna (kükürt kokusu tabiisi :) inat ilerliyoruz. Fakat bulduğumuz anti hijyen manzara ve girilemeyecek derecedeki sıcaklık bizi buradan vazgeçiriyor. Kıyıdaki taşları takip ederek Sadun Abi’nin kitabında işaret ettiği ılık deniz suyu barındıran bir havuzcuk buluyoruz, değmeyin çocuksu keyfimize :). Tekneye döndüğümüzde yemeğimizi yerken uyuklamaya başladığımızı bilmem söylemeye gerek var mı?!


14 Mayıs ~

Bademli ~ Sığacık Teos Marina

Kaptanın geceden talimatıyla tüm mürettabat 05:30’da ayakta, etraf aydınlansın sağımızı solumuzu görebilelim diye bekliyoruz. Topuklar (su altı sığlık kaya döküntüleri) nedeniyle çıkmak dikkat istiyor. Rüzgar poyraza dönüyor, geniş apazı bulunca basıyoruz yelkenleri. Hava hala sıkıntılı , 12-15 knot arasında Sakız Ada’sını bordalamış yol alıyoruz. Rüzgar artmaya başlıyor, mürettebata gerçek yüzünü göstermeye karar vermiş sanırsam. İleride şimşekler çakarak, sağanak halde yağmur yağıyor. Önceki tecrübelerimize güvenerek cenovayı bırakıp anayelkene camadanı vuruyoruz. Çok geçmeden 26-28 knotlarda kuvvetle esen rüzgar hızımızı 9 knota kadar çıkarıyor, elimde cenovanın halatı her an boşlamaya hazır, tedirgin ancak gururla sıkıyorum halatı. Manzara doyumsuz; lakin ne ıslanmak, ne ıslanmak! Üzerimize yağmurluk alırken en içteki çamaşırlarımıza kadar! :) Tzigane en az 2 saat zaman kazanıyor bu fırtınamsı hava kütlesiyle, Teke Burnu feneri önlerinde buluveriyoruz kendimizi. Sonrası Teos Marina Sığacık, Bilgin’nin ellerinden nefis bir mantar sote, isli peynir ve şarap... Duuuşşşş!!! Ayıptır söylemesi!:)


15 Mayıs ~

Sığacık~Samos~Gümüşlük

Bugünün anlam ve önemi büyük. Kaptanın doğumgünü! Neyse ki bir önceki akşam erzak stoğumuza ilaveten alışveriş yaparken (bira dayanmıyor uzun seyirdeki sarvoş mürettebata:) Bilgin tayfanın pratik zekası sayesinde küçük bir cheesecake kaynattık araya. Hedefimiz öncelikle Samos Adası’nın Posedonio koyunda yüzme molası vermek. Aynen planladığımız üzere öğle vaktinde Samos’un turkuaz sularına önden çıpamızı sonra da kendimizi atarak sezon açılışını yapıyoruz. Kaptanın 12.30’da pervane döner komutuyla toparlanarak vira demir ile rotamızı Gümüşlük yönüne çeviriyoruz. Rüzgar 15 -20 knotlarda keşişlemeden esiyor, apaz seyri ile 8 knot hızla ilerlerken, telsizden Türk Radyo kanal 67 hava durumunu veriyor. Öğleden sonrası için verdiği 3 ila 5 bofor, 6 bofora; dalga boyu da 2-3 m’ye kadar yükseliyor. Mürettebat, teknenin küpeştesinin suda bayılmalarıyla tetikteyken, Tzigane kız yarış günlerinden kalma hasretle 9-10 knot hıza erişmenin keyfinde! Gümüşlük koyu önlerinde iskele sancak yata yata yelkenlerimizi topluyoruz. Mürettebatın kaptandan gizli doğum günü planları sonucu Melengiç Restaurant’ta 3 kg.lık sinarit ve masada yine “büyüğümüz”:) eşliğinde nefis bir yemek yiyoruz. Tam günün tatlı yorgunluğu ile uyuşmuş bedenlerimizi yatakla buluşturmuşken ”Küüt!” diye tekneye vuran bir sesle irkiliyoruz. 50 metre kadar ötemizde demirli duran 6 metre boylarında yelkenli bir tekne, hayalet gibi geziniyor sancak bordamızda, fark ediyoruz ki uzuuunca bir tonoz halatına bağlı! Akıl sır erdiremediğimiz bu durumu araya fazladan usturmaça koyup, tekneyi üzerimize aborda ederek gece ile birlikte sonlandırıyoruz.


16 Mayıs ~

Karacasöğüt’e Varış

Rüzgarsız uyandığımız bu sabaha acele etmeden başlıyoruz, seyrimizin son günü ne de olsa. Bir akşamdan kalmalık hepimizde, mideler hassas durumda. Gökova Körfezi, beklentimizin aksine, anlayışla dalgasız bir deniz sunuyor bizlere. Bugünkü 8 saatlik seyirin ve yolculuğa çıktığımızdan beri toplamda yaklaşık 428 NM’nin sonunda beş yıl boyunca yeni yuvamız olacak olan Karacasöğüt Muhtarlık İskelesi’ne yorgun ama huzurla yanaşarak, bu cennet koyun Tzigane kızını bağrına basışına mutlulukla tanıklık ediyoruz...


YUNAN ADALARI ROTASI

10 AĞUSTOS 2018

Karacasöğüt

Uzun ve bitmezmiş gibi görünen kışın ardından, hasretle buluşmayı bekleyen Etkin & Pamukçu aileleri olarak Tzigane ‘da kavuştuk ve saat 15:00 itibariyle Karacasöğüt İskelemizden avara olduk. Neyse ki mürettebatın çok becerikli hatunları olarak Berrinim ve ben, bir iki gün önceden teknedeki kumanyanın temini, su depolarının doldurulması ve daha birçok işi kolayladığımızdan hazır ve nazır durumdaydık. Rotamız, Yedi Adalar Mevkii “Bekar Liman”. Meraklı üç genç kızla ne kadar bekar olunursa artık!:)
Eh, macera başlasııın o zamaan!


11 AĞUSTOS Cumartesi

Turgutreis & Kalymnos & Vathi

Akşam sorunsuz demirlediğimiz koydan sabah 4:37 itibariyle, kör karanlıkta elimizde fenerlerle, biraz da el yordamıyla ayrıldık. Zira planımız öğleden önce Turgutreis’te olup, çıkış işlemleri için muameleci ile buluşabilmek. Rüzgar kafadan 8-10 knot arasında, dalga boyu 1,5 ila 2 m. civarı, motora yükleniyoruz. Birlikte seyahat etmenin avantajları. Bölüşülünce mazot masrafı çok dokunmuyor insana:). 11.20’de Turgutreis Gümrük İskelesi’nin önüne demirimizi atıp bağlanıyoruz. Türkiye’den çıkış işlemleri için Ayşegül Hanım’la buluşuyoruz ki; ekip olarak bizi bir sürprizin beklediğini fark ediyoruz. Tatilde harcamak üzere yanımıza alacağımız yüklü miktarda euro’yu arabada unutmuşuuz!:) Önce panik haliyle kafası kesik tavuk misali sağa sola koşuşmacalar başlıyor çaresizce. Okan Kaptan’ı Bodrum’dan Marmaris’e giden otobüse binme fikrinden zorla vazgeçiriyoruz. Neyse ki Kalymnos‘a giriş için gerekli olacak miktarda euro Berrinimin ve benim zulalarımızdan çıkıveriyor. Engin kardeşim de sağ olsun “Üzülmeyin yeteri kadar sterlin var yanımızda, hesaplı harcarsak yeter.” diyerek yola devam etmemizi sağlıyor. Adada sterlin kabul etmezlerse şeklindeki endişelerimizi de “ AB ülkesi, seve seve alıcaklar!” diyerek gideriyor.:) Rüzgarın kuvvetlenmesinden de güç alarak yelken & motor seyriyle Engin Kaptan dümende dalgaları aşıyoruz. Biraz içimiz çıkarak saat 15:00 gibi Kalymnos Liman’a demir atıp 5 euro’ya bağlanıyoruz. İşlemleri yaptırmak üzere, yedi kişilik mürettebatmürettebat olarak hem selfie çekip hem gümrük polisine koşturmamız görülmeye değer doğrusu. Çılgınlıkta sınır tanımayan ekip olarak giriş işlemlerimizi hızlı çekim bitirerek Vathi koyuna gitmek için limandan avara oluyoruz. Bekar Liman’dan itibaren yaklaşık 15 saatlik seyrin sonunda Vathi’ye bağlanıyoruz ve Poppy Restaurant’ta kendimizi güzel bir yemek ve uzo ile ödüllendiriyoruz.


12 AĞUSTOS

VATHİ & PALİONİSOS

Vathi’deki güzel akşamımızın tek olumsuz yanı hesabı öderken sterlin kabul etmemiş olmaları. Bu da kayıtlara geçsin lütfen! Dünkü uzun seyrin ardından pazar gününü daha dinlenceli hale getirmek üzere Kalymnos’un Palionisos koyuna geçiyoruz. Koy oldukça kalabalık ancak birçok tonoz olduğundan kolayca kıyıya yakın olanlardan bir tanesini yakalayıp bağlanıyoruz. Yanımızda hiç euro kalmadığından planımız yarın Kalymnos limana dönerek bankada sterlin bozdurmak. Neyse ki sabah Vathi’den ayrılmadan önce Berrinim’le küçük bir gezinti sonrası bir Türk teknesinde rica minnet 200 sterlin bozdurabildik. Beyler dalışa gitmeye karar verdiğinden, biz de kızları yanımıza alarak botla kıyıya çıkıp bira & patates & kalamar ile günü şenlendirdik. Bizi merak etmesinler, diyerek keyifli 3 saatin sonunda tekneye döndüğümüzde ise beyleri bulamamak bizi biraz teleşlandırdı. Neyse ki çok uzakta olmayan Okan Kaptan yarım saatin sonunda belindeki kurşun ağırlıklarla yarı bitik halde tekneye döndü ve hemen bota atlayarak sevgili ekürisi Engin’i bulmaya gitti. Çok geçmeden beraberce tekneye döndüler. Dünün yorgunluğu üzerine çok akıntılı ve rüzgarlı koy, dalış ekibini biraz zorlamış oldu. Gece teknede “Vampir Kim” oynadık. Ben oyunu anlayana kadar oyun da gün de bitti!:)


13 AĞUSTOS

PALİONİSOS & LEROS

Kalymnos limana tekne ile dönmemiz gerekti; zira Palionisos’tan merkeze bankaya gitmek için taksi ücreti olarak bizden 60 euro talep etti sevgili sterlin kabul etmeyen AB ülkesi ada esnafı . Maceracı mürettebat olarak, bozdurduğumuz euroları uzoya ve mezeye yatırdığımızdan, limana bağlanmayarak tekne ile dışarıda oyalanmaya ve botla karaya çıkmaya karar veriyoruz. Tabii ki tekne ile liman dışında oyalanmak biz kızlar tayfasına, pasaportları teknede unutup bankaya gitme işi de erkek tayfasına düşüyor. Bir saatlik sırtı ile gezinmenin ardından biraraya gelerek, Leros adasına geçmek üzere yola koyuluyoruz. Adanın güneyinden dolaşmanın yolumuzu kısaltacağını hesap ederek kuvvetle esen 27-30 knot rüzgar ve 2-3 m. lik dalgalar eşliğinde tabiri caizse biraz dayak yemiş bir şekilde, güneş batmadan Leros’un Panteli koyunu pruvamızda görüyoruz. Önceden buluşmak üzere haberleştiğimiz Karacasöğüt İskelesi’nin değerli denizcilerinden Demir Abi’mizin teknesi IKARIA, 47.7 feet’lik heybetli duruşuyla uzaktan seçiliyor. Kendisinin engin tecrübeleri ve önerisi üzerine akşam yemeği için “El Greco”da buluşmak üzere sözleşiyoruz. Uyuşan bacaklarımızı kısa bir Panteli turu ile açtıktan ve adadaki gustoya hayran olduktan sonra yemek için buluşuyoruz. Tadı damağımda kalan inanılmaz keyifli bir sohbetle geçen akşamın ardından, menüdeki aklımı başımdan alan lezzetleri buraya not düşmeden geçemeyeceğim! Kayıtlara geçsin: “Karidesli risotto”, “ Tuna carpaccio”, “Tencerede midye”. Hoş sohbet tanıdık tekne kaptanlarının eşliğinde tadılması şiddetle tavsiye olunur!:)


14 AĞUSTOS

LEROS & LİPSİ

Leros’ta çok uğultulu ve rüzgarlı, yarı uykusuz geçen gecenin ardından, günü burada geçirmeyip rotamızı Lipsi’ye çeviriyoruz. Rüzgar, kuzeydeki adalara doğru yol aldığımızdan mevsim dolayısıyla oldukça kuvvetli. Maalesef zamanımız kısıtlı olup az günde çok ada gezmek istediğimizden, rüzgar da kafaya düştüğünden istediğimiz ölçüde yelken seyri yapamıyoruz. Lipsi’ye yaklaştıkça, turkuaz deniz dümen suyumuzda belirdikçe ekip bir an önce yüzmek için sabırsızlanıyor. Bulunduğumuz yerin güzelliği bizi büyülüyor, zira Panteli de gerek rüzgarın sertliği gerek deniz bizi yeterince mutlu etmemişti. Haritadan bulunduğumuz yeri kontrol ediyoruz. Katsadia Beach olarak seyir defterimize not edildi bile! Şimdi denizeee...:)

Engin kaptan dalış hazırlıklarına çoktan başladı. Dün seyirde yakaladığımız palamutun yanına bir kaç çeşit balık arkadaş katıp akşam yemeğini teknede yemeye karar veriyoruz. Şimdiye kadar yüzmenin keyfini en çok çıkarttığımız yer burası oldu sanırım. Kimsenin yerinden kıpırdamaya niyeti olmadığını anlayınca geceyi de bu koyda geçirmek üzere demirimize ilaveten krom ağırlığımızı da suya yollayıp, bosa kancasını da vurarak tekneyi iyice sağlama alıyoruz.


15 AĞUSTOS

LİPSİ & MARATHOS

Bugünkü rotamız yaklaşık 6,5 NM mesafedeki Marathos, tahmini varış süremiz 1 saat. Marathos Okan Kaptan’ın kıştan bu yana planlamaya çalıştığı rotamızın en çok istek alan yeri diyebilirim. Bunun nedeni gerek adanın küçüklüğü, bakirliği gerekse turkuaz denizi ve sahildeki tavernalarıyla görülmeye değer oluşu. Koya yaklaştığımızda pruvamızda yer alan manzara bizi haksız çıkartmıyor. Günlerdir esen rüzgar da yerini sakin bir havaya bırakarak bize çok neşeli bir gün vadediyor. Tonozlarla döşeli koyda bir iki tekne olarak küçük bir köşe kapmaca oynadıktan sonra “Stavragos Taverna” nın tonozuna bağlanıyoruz ve turkuaz denizin tadını çıkarıyoruz. Marathos adalar arasında en az yerleşime sahip çok küçük bir adacık. Hemen yanı başında Arki yer almakta ve okul ihtiyacını Marathos’tan öğrenciler bu adaya gelerek karşılamaktalar. Akşam yemeği için tonozuna bağlandığımız küçük bir aile işletmesi olan “Stavragos”’u tercih ediyoruz. Yemekler çok leziz, kızlar da bayılıyorlar. Gerek tüm gün fazlasıyla suda kalmışlığımızdan gerekse alkolü birazcık fazla kaçırmış olduğumuzdan şen kahkahalarla bota zar zor biniyoruz. Mekan sahipleri kendilerinin yapmış olduğu turunç liköründen yanımıza vererek (sanırım bahşişten memnun olduklarından:) bizi uğurluyorlar.


16 AĞUSTOS

MARATHOS & PATMOS

Yolculuğa çıkmadan önce planladığımız rotada Arki bulunmasına rağmen, ortak bir kararla Demir abimizin yemekteki tavsiyesine uyarak Patmos’a gitmeyi uygun buluyoruz. 11 NM mesafeyi yelken ve motor seyri ilavesiyle 2 saatte tamamlayarak adaya varıyoruz ki; ilk olarak birkaç tatsızlık meydana geliyor. Öncelikle tam rıhtıma bağlanmak üzere demir atarken, kıyıdan Yunan bayraklı bir motoryat sahibinin bağırma ve el kol hareketleriyle karşılanıyoruz. Bendeniz bu tarz durumlarda münakaşayı hiç sevmediğimden, Okan Kaptan’ı demiri tazelemek (çıpayı tekrar atmak) üzere ikna ediyorum. Ancak ikinci kere ve daha düzgün şekilde hizalamamıza rağmen, teknesinden bize yarı poz kesen vatandaşı bir türlü memnun edemiyoruz. Okan Kaptan’ın “Sabrım bir yere kadar.” şeklinde bana bağırmaları sonucu demiri atıp, kalomayı vermek (gerekli ölçüde zincir sermek) zorunda kalıyorum. Yanına yanaştığımız asabi vatandaşı, sağolsun Engin arkadaşımızın da araya girmesiyle gerektiğinde müdahale edeceğimize ikna ediyoruz. Gelelim ikinci tatsız hadiseye. Denizcilikte çok geçerli bir kural vardır, çokça da kullanılır. “Aklına gelen, başına gelir!” kuralı. Yola çıkmadan önce passarellamızdaki bağlantı kaynağını bir türlü kaynakçı bulup yaptıramadan çıktığımızdan ve ”aman inşallah başımıza iş açmasın” diye düşündüğümüzden tahmin edin ne oldu?! Koptu tabii ki .:( Neyse ki tek bağlantı yerinden koptuğundan el incesi bir halatla sağlamca bağlıyoruz. Rıhtımda birkaç kişiye tamirat konusunda danıştıktan ve dudak uçuklatan tamirat fiyatını duyduktan sonra, bizi birkaç gün daha idare edeceğini düşünerek Türkiye’de yaptırmaya karar veriyoruz. Ekibin bir kısmı çarşı pazar gezmesine gidince biz de fırsattan istifade arada sırada arızalanan sintine pompası ile uğraşmaya karar veriyoruz. Tekneciliğin %40’ının keyif, %60’lık kısmınınsa bitmeyen işler güçler olduğunu da bu arada söylemek zorundayım.:) Bütün günün olumsuz ve gergin anlarını çok güzel bir restoranda uzo, müptelası olduğum tencerede midye ve nefis mezeler eşliğinde geride bırakıyoruz.


17 AĞUSTOS

PATMOS & NSYROS

Sabahın ağaran ilk ışıklarıyla beraber, sorunsuzca demirimizi alarak Patmos’a veda ediyoruz. Rotamız Nsyros. 56 NM ile bizi oldukça uzun bir seyir günü bekliyor. Neyse ki genç mürettebat yolculuğa çıktığımız ilk günlerden sonra edindikleri deneyimle işi çözdü; sabahlara kadar oturup, uzun seyirlerde dalgalı denize maruz kalmamak için günün çoğunluğunu uyuyarak atlatmaktalar!:) Nsyros adası aktif bir yanardağa sahip olmasıyla ilgi çekiyor. Kos’tan feribot ile ulaşımın da sağlanabildiği, dar sokakları ile de ünlü bu adaya, 20-25 knot esen rüzgar ve 2 – 2,5 m dalgalar eşliğinde yaklaşmaktayız. Kaptanın seyir planında “Mandraki Limanı” var. Yaklaşık 10 saatlik seyrin sonunda, bir çok adada karşılaştığımız üzere, tonoz olmadığından demir atarak yanaşıyoruz. Limanın tam karşısında volkanın bulunduğu yere gitmek üzere minibüsler bulunuyor. Fakat gerek saatini kaçırmış olduğumuzdan, gerekse daha çok yer görmek istediğimizden araç kiralamayı tercih ediyoruz. Uzun seyir sonrası iyiden iyiye miskinleşen ekibi “ Hadi, hadi!”leriyle ünlü Engin Kaptan canlandırıyor.:) Akıllılık ederek kiraladığımız minibüs, volkana doğru giden virajlı ve dar Nsyros yollarında bizlere beklentimizin üzerinde bir konfor sağlıyor. İlk olarak yolumuzun üzerinde yer alan Nikia Köyü’ne uğruyoruz. Taş mozaikle kaplı köy meydanı, beyaz boyalı şirin evlerin, daracık sokakların aralığından görünen masmavi deniz ile oldukça büyüleyici ve görülmeye değer bir yer. Çokça vakit kaybetmeden volkanın yolunu tutuyoruz. Uzaktan burnumuza gelen baskın kükürt kokusu yaklaştığımızı haber veriyor. Bir çok tur aracının da bulunduğu alana aracımızı park edip, giriş ücretlerimizi ödeyerek Stefanos Krateri’nin bulunduğu alana giriyoruz. Dünya üzerindeki en büyük volkanlardan biri olduğunu öğrendiğimiz krater 260 metre çapında ve 30 metre derinliğe sahip. Yer yer gaz çıkışları gözle görülür ölçüde, aynı zamanda emniyet bantlarıyla yaklaşılmaması için çevrilmiş durumda. Tabii bunu bizim fotoğraf çekme sevdasındaki genç mürettebata ne kadar anlatabildiğimiz tartışılır!:) Kratere inerken bir heyecan ve merakla kolayca inildiği, yoğun kükürt kokusunun ve dar dik merdivenlerden yukarı çıkışın insanı biraz zorladığı da kayıtlara geçsin lütfen! Dönüş yolunda Pali Yat Limanı yazan tabelayı görünce merakla sapıyoruz. Aşağıda güzel bir plaj ve birçok teknenin bağlı olduğu yat limanını keşfediyoruz. Burası bize daha hareketli ve şirin geldiğinden (gençlere wifi imkanı da bulunduğundan) ekipten ayrılıp, Okan Kaptan ile ben, birlikte kiralık aracı teslim etmek ve teknemizi alıp getirmek üzere Mandraki Limanı’na geri dönüyoruz. Hiç vakit kaybetmeden demirimizi vira ederek, bir saati bile bulmayan seyir sonrası bizi Pali Liman’da bekleyen ekibimizin yardımıyla kolayca marinaya bağlanıyoruz. Bol atraksiyonlu günü kendimize şaşarak, enerjimiz bitik şekilde tamamlıyoruz.


18 AĞUSTOS

NSYROS & CHALKİ (HALKİ)

Halki ve Symi, Engin ve Berrin arkadaşlarımızın geçtiğimiz yıl kendi tekneleri Aretias ile geldiği ve bizlere de önerdiği en çok görmek istediğimiz adalardan ikisi. Ada, evlerinin renkli mimarisi ve güney Ege kıyılarına yakınlığı nedeniyle havası ve denizi daha dingin olan yerlerden. Yemekleri söylemiyorum bile, anlatılmaz tadılır!:)) Nsyros’tan sabah 8:00 sularında avara oluyoruz. Yaklaşık 40 NM mesafedeki rotamıza telaşsız ve havanın 3-4 knotlardaki durumundan dolayı yelkensiz motor seyri ile yaklaşıyoruz. Ağaçsız, biraz kel diye tabir edebileceğim adanın çehresi biz yaklaştıkça kıyıya sıfır konumdaki rengarenk yalı evlerinin görüntüsü ile şenleniyor. Denizinin rengi diğer adalara kıyasla Hisarönü Körfezi’nin güneybatısında yeralan Dirsek Bükü’nün renginde, çivit mavi! Su çok berrak her kaya her taş 15 metreye yakın derinlikte bile çok net seçilebiliyor. Tek sıkıntı, dip kayalık ve aralarda kumluk şeklinde. Biz boydaki yatların yanaştığı yüzen pontona demirimizi dikkatlice atarak yanaşıyoruz. Her şey çok hoş, deniz çok güzel ancak illaki bir aykırılık olacak ya! Yüzen ponton yüzmüyor, bildiğin “oryantal” tadında kıvrak danslar ediyor!:) Mürettebat olarak kendimizi önce hızlıca Halki’nin serin sularına, daha sonra ondan da hızlı bir şekilde bir arka koydaki Potamos plajına gitmek üzere tekneden dışarı atıyoruz. Yolda çok şirin ada evlerinin fotoğraflarını da çekerek yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüşle kumluk dibi ve turkuaz denizi ile bizi büyüleyen plaja varıyoruz. “Kimsenin çıkası gelmiyor.” durumundan ekip olarak dondurma aşkına sıyrılıyoruz. Çıtır çıtır lezzetiyle “hastası”:) olduğumuz Symi karidesin burada “Halki karides” olarak menüde yer aldığını da dipnot olarak söyleyeyim!


19 AĞUSTOS

CHALKİ (HALKİ )& SYMİ

Symi, Yunan rotası seyrimizin 31 NM mesafedeki son durağı. Halki’den Symi’ye 5 knot hızla, aynı dünkü gibi rüzgarsız bir havada motor seyri ile 6 saatte varıyoruz. Limana girmeden önce Engin Kaptan’ın da tavsiyesi ile Agia Marina koyunda kendimize demir atacak şahane bir yer bularak turkuaz denizin keyfini birkaç saat burada çıkarıyoruz. Yolculuğumuzun ne de olsa son günü diyerek hiç bitmese tadındayız hepimiz. Yarın itibariyle Türkiye’ye dönüş yapacağımızdan, deniz keyfini yarıda keserek koydan demir alıyoruz. Limana giriş yapmadan önce gümrüğün önüne doğru yanaşarak port police’e yarın itibariyle Yunan’dan çıkış yapıcağımız bilgisini veriyoruz. Bayram günü yaklaştığından Liman’da yer kapabilmek için tekneler ardı ardına geliyor. Bir iki arayıştan sonra sıkışıklığın arasında, yine bir tekne sahibinin tüm itirazlarına rağmen, sabrımız da tükendiğinden, kendimize bir yer seçip demir atarak yanaşıyoruz. Yanaşmakla iş bitse iyi! Dört beş motor yatın yer kapmak uğruna birbirleriyle yarışır halde limana girmesiyle tüm liman birbirine giriyor!:( Yarattıkları iri dalgaların etkisiyle tekneler yerlerinden fazlaca oynuyor, bizde ise durum daha vahim. Zira pasarellamız kırık olduğundan ve rıhtıma her zamankinden daha yakın bağlandığımızdan, kıç taraftan kıyıya vurarak darbe alıyoruz.:( Okan Kaptan’ın bağrış çağırışlarıyla hemen motor çalıştırıp, tekneyi ileri yolda tutarak aldığımız darbeyi az hasarla atlatıyoruz. Palamar halatlarını biraz daha boşlayıp tekneyi daha ilerde tutarak kendimizi daha emniyetli hale getirdikten sonra genç tayfayı da yanımıza alarak çarşı pazar gezmesiyle moral buluyoruz. Symi, diğer adalar arasında gördüğüm kadarıyla alışveriş imkanı en fazla ve en hesaplı yer diyebilirim. Özellikle arkadaşlarımızın önceki gelişlerinde keşfettiği yerler sayesinde alışverişimiz daha kolay oluyor. Limana yakın mesafedeki Meat Market, donmuş deniz ürünleri çeşitliliği ile görülmeye değer. Fiyatlar da gayet makul. Engin & Berrin arkadaşlarımızın keşfedip bize de yemek için önerdiği, Symi’nin dik merdivenlerinden yukarı çıkılarak gidilen ve eşşiz bir liman manzarasına sahip Haritomeni’ye varıyoruz. Manzara ve özellikle ısrarla tavsiye edebileceğim “kalamar dolması” anlatılmaz yaşanır tadında!:) Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte tüm mürettebat Symi gümrükte çıkış işlemlerimizi yaptırarak, Bozburun’dan Türkiye’ye giriş yapmak için Yunan rotamızı tamamlıyor ve yeni seyirlere yelken açmak üzere yola koyuluyoruz.